Odasının balkonunda oturmuş sessizliği dinliyordu. Gün daha uyanmamıştı.
Nancy yeni hayatı için çok heycanlıydı. Yolculuk bugündü. Erkenden kalkıp son hazırlıklarını yaptı ve güneşin doğuşunu beklemeye başladı. Heyecandan uyuyamıyordu. Babasının fotoğraflarına bakıp anılarını dinleyince bu okula gitmeyi daha çok istemişti.
Yeni yeni uyanmaya başlayan güne karşı "Acaba beni neler bekliyor?" diye fısıldadı.
Nancy yerinde duramayan, haraketli bir kızdı. Yerine göre de olgun davranırdı. Ama şu an içi içine sığmıyordu. En az çağrı mektubu geldiği gün kadar heycanlıydı.
O gün göl kenarına gitmek için sabah erkenden kalkmıştı. Bu kasabaya yeni taşındıkları için çok arkadaşı yoktu. Nancy can sıkıntısını gidermek için sık sık göl kenarına gider, orada zaman geçirirdi. Bazen kitap okur, bazen hep yanında taşıdığı not defterine birşeyler karalardı.
Hazırlanıp sessizce evden çıkıp bisikletine binmişti. Bisikletini çok seviyordu. Ona bindiğinde uçtuğunu hayal ederdi hep. Uçmak en büyük hayaliydi.
Her zamanki gibi pedalları hızla çevirmeye başladı. Ağaçların yanından hızla geçerken kollarını açtı ve uçtuğunu hayal etti. Saçlarını okşayan rüzgarla özgürlüğü hissedebiliyordu. Tam bulutlara ulaştığını hayal ediyorduki bir hışırtı duydu ve gözlerini açtı. Gözlerinin önünden bir beyazlık geçti. Ellerini direksiyona koydu geri. Ama çoktan dengesini kaybetmişti. Düşmemeye çalışırken bisikletin tekeri bir kaya parçasına çarpmasıyla yere yapışmıştı. Yerden kalkarken dizinin kanadığını gördü. Ama sakarlıkları yüzünden artık canı fazla acımıyordu. Üzerini silkelerken kafasına birşey konduğunu hissetti. Çığlık atarak elleriyle onu kovmaya çalıştı. En sonunda kafasındaki ağırlık kanat sesleriyle Nancy'den ayrıldı. Nancy onu korkutan şeyin ne olduğunu görmek için ona doğru döndü.
Beyaz bir baykuş, koca gözleriyle Nancy'e bakıyordu. Beyaz kanatlarının uçları kahverengiydi ve sırtına doğru benekler halinde dağılarak yerini beyazlığa bırakıyordu. Birde ağzında tuttuğu zarf vardı.
Nancy merakla zarfa uzandı. Zarfı aldığında üzerisindeki yazıyı okudu.
Şimdi ise istasyonda trenini bekliyordu. Heycandan etrafında döneliyordu. Bir an önce Hogwartsa gitmek istyordu. Annesi onu durdurmak için omuzundan tuttu.
"Sakin ol canım."
"Ama... Ama..."
Sözü trenin sesi ile kesilmişti. Gülümsemesi yüzüne yayıldı. Gitme vakti gelmişti...
Trende boş bulduğu bir yere oturdu. Camdan annesiyle babasını görebiliyordu. Tren haraket edip onlar gözden kaybolana kadar el sallamıştı. Şimdi yalnızdı. Oturmak pek ona göre değildi. Trendekilerin seslerini duyabiliyordu. Ama canı sıkılmıştı. Sıkıntıdan gitgide üzerine çöken uykuya yenik düşmüştü sonunda.
Birinin onu dürttüğünü hissediyordu. Kulağının dibinde bir ses yükseldi birden “Hey! Uyan geldik.” Kendine geldi ve etrafına baktı bir kız onun başında dikilmişti. “Ah. Tamam uyandım. Teşekkür ederim.” Dedi gülümsemeye çalışarak. Daha sonra kayıklara binerek karşıya geçmeye başladılar. Sislerin arasında yükselen şatoyu görebiliyordu. Hayal ettiğinden daha da ihtişamlıydı burası. Hayran hayran yeni hayatına bakıyordu. “Sanırım şimdi seçmen şapkayla tanışacağım” dedi içinden. Babası öyle anlatmıştı ona. Evet tamda babasının anlattığı gibiydi. Büyük bir salona doluştular hepsi. Nancy ise uykusundan ayılmaya çalışıyordu hala. Konuşmalarda uykusunu getiriyordu. Tanrım! Çok uykucuydu! Sonunda seçmen şapka için öğrenciler çağrılmaya başlandı. İşte bu heycan vericiydi. Her an ismi söylencekmiş gibi beklemeye başladı. Bekledi… Bekledi… Sonunda ismi yankılandı büyük salonda.